Geçtiğimiz günlerde Viyana’ya yaptığım seyahat sırasında harika bir Türk hanımefendiyle tanıştım. Beni bir sergiye davet etti. Bu serginin konusu bizimde yakinen gündemimizde olan Suriyeli göçmenlerdi. Sergi kapsamında kısa filmler gösteriliyordu, bu filmlerden bir tanesi bu hanımefendiye aitti.

Aslıhan Ünaldı. Yale üniversitesinde Uluslararası ilişkiler ve sanat, fotoğrafçılık okumuş sonra New York üniversitesinde film mastırı yapmış. Türkiye’den 19 yaşında üniversite için Amerika’ya gitmiş ondan sonra New York’ta yaşamaya başlamış. Bu oldukça başarılı, duyarlı, çalışkan Türk Kadını; zamanının ve enerjisinin büyük kısmını benim dışımdaki insanlar için başka ne yapabilirim, onlara ve hayata ne verebilirim diye düşünerek geçiriyor. Bu anlamda verdiği ürünlerin en önemlisi çektiği kısa metrajlı sanatsal filmler. Bunlarla bütün dünyanın dikkatini; toplumun dışına itilmiş, öteki, anlaşılmayan, sesi duyulmamış insanlara ve ön yargıları kırmaya karşı çalışıyorum diyor.

Bizler birey olarak bütünün parçasıyız. Kendimizi düşündüğümüz kadar var olduğumuz zaman dilimi içerisinde bizim dışımızdakileri ve bizden sonrakileri de düşünmeliyiz. Böylece yaşadığımız hayatı daha anlamlı kılarız. Kendimize sık sık hayat benden ne istiyor diye sormamız gerekiyor. Bu hayata niye geldik ve bu hayat için ne yapabiliriz? Bu şekilde hayatımıza bir anlam kattığımız gibi kendimizi mutlu ve huzurluda hissederiz.

Aslıhan Hanımda bu hislerle Border Songs  / Sınır Şarkıları isimli belgesel türünde çekilmiş bir  film üretmiş. Filmi gördüğümde çok etkilendim ve o günden sonra sık sık o filmdekiler ve Aslıhan Hanımın söylediklerini düşündüm. Siz sevgili okuyucularımla bu filmi paylaşmak ve bu hanımefendinin vasıtasıyla önemli bir noktaya bir kez daha dikkat çekmek istedim.

Bu filmi çekmeye nasıl karar verdiğini sorduğumda bana şunları anlattı. Türkiye’de iki milyonun üstünde mülteci var, şuanda bunun çok daha fazla olduğunu biliyoruz. Bu ikinci dünya savaşından beri en büyük mülteci krizi. Mülteciler kadar bizim insanlarımızın da şartları olumsuz etkilenmişti. Çevremizdeki okumuş insanlar da bile Suriyelilere karşı büyük nefret ve ırkçılık beslemeye başladı. Böyle bir ırkçılığın gündeme gelmesi daha tehlikeli olaylara yol açabilirdi. Ve bir sabah Türkiye’dekilerle birlikte yurt dışında gazetelerde bir haber gördük. Geçen sene Eylül, Ekim aylarıydı küçük bir çocuğun cesedinin kıyıya vurmuş resmi hepimizi sarstı. Uzun süre sanırım hafızalardan gitmeyecek bu resim. Bu insanları merak etmeye başladım, Dünya medyasında ya; dilenen gözü yaşlı insanları, kadınların çocukların, kamplardaki zavallıcık mültecileri yada İşid’in eziyetlerini görüyorduk. Fakat onlarda bizim gibi günlük rutinleri, hayalleri, sevdikleri, sevenleri olan senin benim gibi insanlardı. Onlar için bir şeyler yapmalıydım. Sonunda insanların empatisini arttırmak için bu belgeseli hazırladım.

Amacım; bu film ile birlikte Türkiye’deki Suriyelilere karşı başlayan ırkçılığa ve bu insanlarında bir insan olduğuna dikkat çekmek istedim. 2 milyon mültecinin arkasında bu milyonun her bir tanesi bir insan, bir hayatı var, aşkı var, rüyaları var, hayalleri var, şusu var, busu var bunu göstermek istedim.

Sınır Şarkıları belgeselindeki karakterlerin hepsi Halep’ten Suriyeli. Film Antep ve Kilis’te çekildi. Filmde 3 ana karakter var bunlar; barışçıl protestolar başladığında 17- 19 yaşları arasında üniversite öğrencileriydi. Bunlardan bir tanesi; Mahmut; Halep’te ve Türkiye’de en çok aranan ve beraber çalışan çevirmen. Halep’e ne kadar uluslararası gazete dergi kanal geldiyse hepsi ile o çalışmış. Türkiye’de de aynı işi yapıyor halen. Milat o hala Halep’te yaşıyor. Bu olaylar başladığında bu güne çektiği videolarla olayları tüm dünyaya duyurmak için kameraman olarak çalışıyor. Üçü de Esad tarafından aranıyor ve hapse atılmış işkence görmüşler. Bir de aşk hikayesi var. Mahmut  Halep’ten, Antep’e gelip orada ev kuruyor.  Nişanlısı tam gelmek üzereyken  Türkiye sınırı kapatıyor. Kız Halep’te kalıyor. Bütün filmde kızı Türkiye’ye getirme çabası Hem sınırı geçmek çok tehlikeli hem orada işte İşid var kendini öyle bir tehlikeye atıyor ve filmin sonunda nişanlısı ile beraber Antep’e dönüyorlar.

Eli kalaşnikoflu Müslüman bir erkek, klişe, Batı içinde korkulan bir tip. Ama arkasında ne var merak ediyorsunuz çocuğu tanıdığınız zaman son derece yumuşak yakışıklı kibar bir insan ve buradakinden çok daha fazlasını sizde filmde görebiliyorsunuz. Birde savaşta insanlar nasıl davranır? Savaşta insanlar oturup, sabah akşama ağlamıyorlar yine de hayat akıyor  rutin işlerini yapıyorlar, eğlence parkına gidiyorlar. En sevdiğim sahne Mahmut nişanlısıyla konuşuyor; nasıl geleceksin, nasıl evleneceğiz, işte Beyrut’tan gelsen ama pasaportunda damga var, beni bırakmazlar gibi şeyler konuşurlarken kız ama bilmem lazım saçımı yaptıracağım diyor.

Aslıhan’ın belgeselini https://www.kickstarter.com/projects/aslihan/inbetween-nowhere linkinden izleye bilirisiniz. Teşekkürler Aslıhan…

Hayat her türlü zorluğa rağmen devam ediyor ve biz buna adapte oluyoruz. Bizim kim olduğumuzu kim olmak istediğimizi ve olaylara karşı tutumumuzu biz seçiyoruz. İstemezsek kimse bizi kurban yerine koyamaz, değerlerimizi elimizden alamaz. Özgürlüğün beyinde gerçekleştiğini, bedenimizin esir alınabileceğini, engellenebileceğini ama ruhumuzun seçimlerimizin patronunun biz olduğuna inanıyorum.

Özgürce, insanca ve sınırsız yaşayacağımız yarınlara…

Psikolojik Gelişim & Aile Danışmanı Nur Meriç