Karısına okkalı bir tokat atan erkek ya da gözünün etrafındaki mor halkayı fondöten ile kapatmaya çalışan ve aynadaki aksine ağlayarak bakan bir kadın… Bunlar ‘şiddet’ deyince gözümüzde canlanan hatta şiddete dikkat çekmek için hazırlanan kısa filmlerde bize gösterilen sahneler. Peki, aile içi şiddet böyle bir anda mı başlıyor her şey yoksa adım adım mı yaklaşılıyor kara günlere? Dayağa, hatta bazen ölüme varan bu karanlık yola ne zaman çıkılıyor?

Fiziksel şiddetin başlangıcı duygusal şiddet ile oluyor. İncitici sözler, rencide eden, gurur kıran, kişinin kendini önemsiz değersiz hissetmesine neden olan söz ve davranışlar hatta eşi ihmal etmek dahi duygusal şiddetin kapsamına giriyor. Ancak sistematik olarak duyarsızlaşıyoruz ve bunların şiddet olduğunu düşünmüyoruz. ‘Bu da ne ki?’ diye sorduğumuz anda aslında şiddet başlamış oluyor ve basamak basamak ve sinsice ilerliyor.

İncitici sözler zaman içinde yerini ses yükseltmeye bırakıyor. Sesini yükselten kişi bu şekilde aslında karşısındakinin susmasını istiyor ve bağırarak onu baskılamaya çalışıyor. Bir süre sonra hakaret içeren sözcükler ve ardından itmeler, tokatlar ve bazen de öldürmeye kadar giden süreç başlıyor. Ancak şiddete karşı sistematik olarak duyarsızlaşmış olan bizler incitici bir sözün buraya varacağını düşünemediğimiz için sınırlarımızı koymakta ve korumakta zorlanıyor, sonunda da şiddet mağduru oluyoruz. Bu konuda fark edilmeyen bir diğer nokta ise fiziksel şiddet çoğunlukla erkekler tarafından uygulanırken, duygusal şiddetin daha çok kadınların başvurduğu bir yöntem oluşu… Duygusal şiddeti özellikle anneler, çocuklarına karşı uyguluyor. ‘Kızını dövmeyen dizini döver, dayak cennetten çıkmadır’ diyen bir kültürden geliyoruz. Bu toplumsal yapı, şiddet için alt yapıyı hazırlıyor. Kadının toplumdaki algılanışı da bu durumu etkiliyor. Kadının fedakâr olması, saçını süpürge etmesi gerektiğine dair yargılar şiddet uygulamaya da görmeye de zemin hazırlıyor.

Fedakârlık-şiddet bağlantısı nedir?

Fedakâr insanlar öncelikle karşısındaki insanı düşünmek eğiliminde oluyor. Karşısındakini kendinden önce tutan kişi şiddete uğradığı zaman, eşinin bunu yapmaya hakkı olduğuna da inanıyor. Kendisine nasıl şiddet uygulanabildiğini sorgulamıyor ve eşinin davranışa, ‘Çok sinirliyken bunu yapabilir’ gibi bahaneler bularak onu temize çıkarmaya çalışıyor. Bu fikre sahip fedakâr kadın, kendisi sinirli iken ise çocuğuna şiddet uygulamaya hakkı olduğunu düşünüyor.

Eşine şiddet uygulayan kişilerin ortak özelliği öfke kontrolünü başaramıyor olmaları. Ardından ise gelenek ve görenekler geliyor. Eğer kişi şiddeti görerek büyümüş ise bir süre sonra şiddeti kafasında legalleştiriyor ve bazı durumlarda şiddetin uygulanabilir olduğunu düşünüyor. Şiddete maruz kalanların ortak özelliği ise şiddetin bazen hak edilebildiğini düşünmeleri... Ailesinden şiddet gören kişiler eşinden aynı davranışı gördüğünde de yadırgamıyor. Özellikle ailesi tarafından aşırı suçlama korkusu ile büyütülmüş çocuklar sonraki yıllarda da kendisini suçlayarak bunu hak ettiğini düşünüyor ve şiddeti daha kolay kabulleniyor. Eşinden şiddet gördüğü için kendisi suçlu gören ve kendisinin tedaviye ihtiyacı olduğunu düşünen kadınlar da var.

Bir sonraki yazımda; eğitim düzeyi ve şiddet, sınırlarımızı bilmek ve korumak, şiddete hangi koşullarda başvurulur ve ne yapılmalıdır konularına değineceğim.

Dünyanız sevgiyle aydınlansın.

 

Psikolojik Gelişim & Aile Danışmanı Nur Meriç

 

09 MART 2015 / ZAFER GAZETESİ – YAŞAM PENCERESİ