“Yeryüzü, bize atalarımızdan miras kalmadı; çocuklarımızdan ödünç aldık.”
Kızılderili Atasözü
Apartman yaşantısına geçildiğinden beri, “şehir insanları” doğal hayattan koparak, toprak ile aralarına mesafe koymaya başladı. Aynı apartmandaki insanlar birbirlerine selam vermez hale geldiler. Toprak kokusunu duymadan yaşayan, o yemyeşil ağaçların görüntüsünü ve çimenlerin kokusunu almayan insanlar, doğal hayatın içinde yaşayanlara göre daha da yalnızlaşarak mutsuzluk hissine sürüklendiler. Bunda şüphesiz ki, apartman yaşamının etkisi küçümsenmeyecek kadar büyük oldu.
İnsan ilişkileri olmayan, çekirdek aileler haline geldik. Paylaşım, yardımlaşma, empati gibi duygular körelmeye başladı. Kocaman bir binada üst üste yaşamalarına, birbirlerine dip dibe yakın olmalarına rağmen yabancılar üstelik…Herkes birbirinden habersiz, izole olmuş bir hayatta yaşamakta…
Betonlaşan dünyada çocuklar ise; ne toprak, ne ağaç, ne de otla haşir neşir oluyor. Toprak zeminlerde koşturmaktansa akıllı binaların küçük odalarında, sadece teknolojik aletlerin kumandalarıyla dış dünya ile iletişime geçiyorlar. Bunun bir getirisi olarak da kaygı, stres, depresyon, sosyal fobi başta olmak üzere birçok psikolojik hastalığa sahip oluyorlar. Böylelikle, çocukların sağlıklı gelişimsel süreçleri de sekteye uğruyor.
Ruhsal gelişimin en önemli faktörlerinden biri, kişinin çevresiyle temas iletisine geçmesidir. Eskiden şehirlerde yaygın mahalle kültürü vardı. Komşular, kadınlar birbirlerinde toplanıp; çaylarını kahvelerini içerlerken, çocuklar arkadaşlıklarını pekiştirirler, bahçelerde sokaklarda, mahalle aralarında oyunlar oynarlardı. Sokak hayvanları, kediler, köpekler; aralarda tırmandıkları ağaçlar, küçük ölçeklide olsa Eski devirlerde insanlar, toprak ve bahçe işleri ile uğraşırlardı. Çocuklar da anne ve babasıyla bahçeye, tarlaya giderdi. Bunu yapmak için dışarı çıkarlar, birbirlerine selam verirler ve birbirleriyle muhabbet ederlerdi. Yani o dönemde dışarı çıkmak, arkadaş edinmek ve sosyalleşmek için bunlar birer vesileydi.
Mevcut süreçte, bu olumsuz gidişatı inkâr etmek yerine yapmamız gereken, bununla beraber nasıl yaşarız? Çocuğumuzu bu kentleşen ve yapaylaşan dünyanın olumsuz etkilerinden olabildiğince korumamız gerekiyor. Seneler önce oğluma portakal nerede yetişiyor dediğimde “markette” cevabını almıştım. Bu süreci ona öğretmek amacıyla, öncelikle bir portakal ağacı, sonrasında diğer meyve ağaçlarını satın almaya başladım. Bu sayede hem betonlaşan dünyada bir sorumluluğumun gereğini yerine getiriyor, hem de meyvelerin oluşumu hakkında oğlumun bilincinin oluşmasına yardımcı olmaya çalışıyordum. Belki sizlerde buna benzer uygulamalar geliştirebilirseniz, hem çocuğunuzun ruhsal gelişimine, hem de dünyaya katkı sağlamış olabilirsiniz.
Çocuğumuz camın önündeki küçük saksıda yetiştirdiği minik üç domatesten, birini yan komşuya verebilir. Yan komşunun küçük kedisiyle oyun oynayabilir; akşamları televizyon seyretmek yerine sitenin sosyal tesislerinde, organizasyonlar düzenleyebilir. Çocuklar arkadaşlarıyla birlikte ders çalışırken, gökdelende de olsa mutfaktan gelen kek kokusu onlara mutluluk ve huzur hissi verebilir. Biz yetişkinler için bu gibi ufak ayrıntıları izlemek bile keyif verebilir.
Tabiattan ayrışmamak için gökdelen, site, apartman önündeki küçük alanlarda kedi, köpek gibi evcil bir hayvan beslenerek, çiçekler ve bitkiler ekilebilir. Atina’da şehir merkezlerindeki büyük apartmanların balkonlarında, benim terasımdaki gibi kocaman zeytin ağaçlarını, saksılardaki portakalları ve limonları gördüğümde çok mutlu olmuştum. Gerçekten bu konuda bazı Avrupa şehirleri oldukça yaratıcılar.
Ayrıca apartmanlardan ara sıra ayrılıp, çocuklarımızı kırsal kesimlerde bir gezintiye çıkarmak, onları yeşilliklerle ve toprakla tanıştırmak, onların sosyalleşmelerine yardımcı olmak da gerekiyor. Bunun için, çocuklarımızla hÇocukların gelişim sürecinde, doğadaki canlıların etkisi büyük ölçüde önem taşıdığı için, onları doğal ortama daha yakın tutmak önemlidir.
PSK Gelişim ve Aile Danışmanı Nur Meriç
12 EKİM 2015 / ZAFER GAZETESİ – YAŞAM PENCERESİ